ORTAK AÇIKLAMA
10 ARALIK İNSAN HAKLARI GÜNÜ
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 73. yılındayız. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde belirtildiği gibi barış, adalet, eşitlik, özgürlük, insan onurunun korunması ve bu hakların güvence altına alınması amacıyla hak mücadelesine devam ederek, haklarımıza sahip çıkıyoruz.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin hazırlanması, Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde, 29 Nisan 1946 tarihinde, İnsan Hakları Komisyonu’nun kurulmasıyla başlamıştır. İnsan hakları Evrensel Bildirgesi, 10 Aralık 1948 günü Fransa’nın başkenti Paris’te toplanan BM Genel Kurulu’nda kabul ve ilan edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Evrensel Bildirge’yi 27 Mayıs 1949 tarihli Resmi Gazete’de yayımlayarak yürürlüğe koymuştur. Evrensel Bildirge 500’den fazla dile çevrilmiştir. Bu özelliği ile de en çok dile çevrilen insan hakları belgesi olma özelliğini taşımaktadır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 4 Aralık 1950 tarihinde gerçekleştirdiği toplantıda, 423 (V) sayılı kararıyla “10 Aralık” gününü, “İnsan Hakları Günü” olarak ilan etmiştir.
Birleşmiş Milletler; İkinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı ağır insani yıkımın bir daha yaşanmaması için barış, insan hakları ve demokrasi ideallerine dayalı uluslararası bir sistem oluşturma hedefiyle bu bildirgeyi düzenlemiştir. Bugün içinde bulunduğumuz durum, maalesef bu ideallerin çok gerisinde kalmıştır. Evrensel Bildirge’de yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen hâlâ kurulamamıştır. BM de varoluş gerekçesiyle çelişir biçimde; hak ihlallerinin başlıca sebebi olan savaşları ve iç savaşları önlemede/sonlandırmada, mülteci krizlerine müdahalede, küresel çapta doğal ve kültürel mirası korumada, yoksullukla ve adaletsizlikle mücadelede, her türlü ayrımcılığı sonlandırmada yeterince etkin olamamaktadır. Özellikle devletlerin demokrasi ve hukuk taahhüdünden giderek uzaklaşmaları; insanlığın en önemli kazanımlarından birisi olan insan haklarının, hem bir referans sistemi hem de bir denetim mekanizması olarak zayıflamasına yol açmıştır.
Tüm bu olumsuzluklar karşısında dünyanın her yerinde insanlar; özgürlük, adalet, eşitlik ve insan hakları talepleriyle itirazlarını yükseltmektedirler. Devletlerin ve hükümetlerin bu itirazlara yanıtı ise şiddetin her türünü sistematikleştirip yaygınlaştırma ve toplumlara dayatma şeklinde olmaktadır. Bugün tüm dünyanın yaşamakta olduğu bu ağır kriz karşısında insan haklarını savunmak ve kurucu rolünü canlandırmak en temel görevimizdir.
Türkiye’de sürdürülen güvenlikçi politikaların etkisiyle ülkenin temel sorunlarının giderek daha da ağırlaştığı, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığının ortadan kalktığı, TBMM’nin işlevsiz hale getirildiği, tüm siyasal gücün tek elde toplandığı koşullarda otoriter uygulamalar, siyasal iktidar açısından insan haklarına dayalı bir rejim fikrinden uzaklaşmanın bir aracı haline gelmiştir. Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi sorununun en önemli halkasının Kürt meselesi olduğu ve bu sorunun barışçıl ve demokratik yolla çözülmediği sürece Türkiye’deki insan hakları ve demokrasi sorunlarının çözülemeyeceğini bir kez daha vurgulayarak, Kürt meselesinin demokratik, barışçıl ve adil çözümünü savunmakta ısrarcı olduğumuzu da bir kez daha dile getirmekteyiz.
2021 yılında da seçme ve seçilme hakkını ortadan kaldıran kayyım uygulamaları devam etmiş, seçme ve seçilme hakkına yönelik irade gaspından vazgeçilmemiştir. Bu hukuksuz uygulamaların hala devam ediyor olması; yerel yönetimlerde kayyım uygulamalarının kalıcı ve sistematik bir politikaya dönüştüğünün, seçimlerin işlevsiz kılınarak seçmen iradesinin ve demokrasinin askıya alındığının açık göstergesidir.
Baroların yapısını ve işleyişlerini değiştiren, savunmanın bağımsızlığını, dokunulmazlığını ve hukukun üstünlüğünü ortadan kaldıran siyasal iktidarın hayallerine uygun meslek kuruluşu haline getirme gayesi taşıyan yasa yürürlüğe girmiş, İstanbul ve Ankara illerinde 2 nolu baroların kurulması sağlanmıştır. Baroları politik hatlar üzerinden şekillendirme çalışması olan bu yasanın bir an önce ortadan kaldırılması/değiştirilmesi talebi, güncelliğini korumaya devam etmektedir.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin Selahattin DEMİRTAŞ ve Osman KAVALA hakkında verdiği kararların uygulanmaması, özgürlük ve güvenlik hakkı açısından devam eden bir ihlali oluşturmakla birlikte Anayasanın amir hükümlerini hiçleştirmekten başkaca bir anlam taşımamaktadır.
2021 yılında yaşam hakkı ihlallerinin hala devam ediyor oluşunu üzülerek takip etmekteyiz. İnsan Hakları Derneği ile Türkiye İnsan Hakları Vakfının Dokümantasyon Birimi/Merkezi verilerine göre 2021 yılının ilk 11 ayında; Kolluk güçlerinin yargısız infazı, dur ihtarına uyulmadığı gerekçesiyle veya rastgele ateş açması sonucu 9 kişinin yaşamını yitirdiği, 23 kişinin de yaralandığı, mayın ve çatışma artıklarının patlaması sonucu 2’si çocuk 4 kişinin yaşamını yitirdiği, 1’i çocuk 5 kişinin de yaralandığı, hapishanelerde hastalık, intihar, şiddet, ihmal vb. çeşitli gerekçelerle en az 22 kişinin yaşamını yitirdiği, ırkçı ve nefret içerikli saldırılar sonucu 9 kişinin yaşamanı yitirdiği, 10’u mülteci/yabancı olmak üzere 29 kişinin yaralandığı, zorunlu ya da muvazzaf olarak askerlik görevini yaparken en az 13 kişinin kaza, patlama ve/veya şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdiği, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) verilerine göre iş kazaları/cinayetleri sonucu Türkiye’de 2021 yılının ilk 10 ayında en az 1853 işçinin yaşamını yitirdiği tespit edilmiştir.
Anayasada ve Türkiye’nin imzacısı olduğu uluslararası sözleşmelerde mutlak olarak yasaklanmasına ve insanlığa karşı bir suç olmasına karşın işkence meselesi, 2021 yılında da Türkiye’nin önemli bir insan hakları sorunu olmaya devam etmiştir. Gözaltı merkezlerinin yanı sıra kolluk güçlerinin barışçıl toplanma ve gösterilere müdahalesi sırasında, sokak ve açık alanlarda ya da ev ve iş yeri gibi mekânlarda, yani resmi olmayan gözaltı yerlerinde ve gözaltı dışındaki ortamlarda yaşanan işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları, yeni bir boyut ve yoğunluk kazanmıştır. İnsan Hakları Derneği ile Türkiye İnsan Hakları Vakfının Dokümantasyon Birimi/Merkezinin 2021 yılının ilk 11 ayındaki verilerine göre işkence ve kötü muamele vakalarının endişe verici boyutta olduğunu göstermektedir.
Devletlerin insan haklarına yönelik saygısının göstergesi olan hapishaneler; yaşam hakkı, işkence/kötü muamele ve sağlık hakkına erişime kadar ağır ve ciddi ihlallerin yaşandığı yerlere dönüşmüştür. İnfaz Yasasında ayrımcı maddeleri içeren “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 7242 sayılı Kanun” yasanın yürürlüğe girmesiyle adli suçtan hükümlüler suç türüne göre ayrılarak yasadan yararlandırılmış, politik saiklerle cezaevinde tutulan mahpuslar düzenleme dışında bırakılarak Anayasanın temel ilkeleri çiğnenmiştir. Ayrımcılık ve eşitsizlik içeren bu yasa ile Terörle Mücadele Kanunu çerçevesinde haksızca cezalandırılan muhalifler ve hak savunucuları bu yasanın kapsamı dışında tutulmuş, var olan haksızlıklar derinleştirilmiştir.
2021 yılında Kadınlara yönelik şiddet ve kadın cinayetleri artarak devam etmiştir. İnsan Hakları Derneği ile Türkiye İnsan Hakları Vakfının Dokümantasyon Birimi/Merkezi verilerine göre 2021 yılının ilk 11 ayında; en az 290 kadınının öldürüldüğü, 193 kadının ölümünün şüpheli olarak basına yansıdığı, 89 kadına tecavüz edildiği, 412 kadının taciz edildiği, 642 kadının seks işçiliğine zorlandığı, 732 kadına şiddet uygulandığı tespit edilmiştir. Alternatif koruma mekanizmalarının yokluğuyla birlikte, kadına yönelik aile içi şiddetin önlenmesi amacıyla imzalanan İstanbul Sözleşmesi'nin feshedilmesi mağdurlarda korunmasızlık hissi faillerde de cesaret duygusu oluşturmuştur. İstanbul Sözleşmesi'nin etkin şekilde uygulanmaması nedeniyle birçok kadının yaşamını yitirdiğine tanık olmamıza karşın çekilmek, kadına yönelik şiddeti ve cinayetleri onaylamak ile eşdeğer bir anlam taşımaktadır. Devletin görevi sözleşmeden çekilmek değil, sözleşme maddelerini etkin olarak uygulamaktır. Kadına yönelik şiddete karşı uluslararası dayanak sözleşmeden tek taraflı, keyfi olarak ve hiçbir hukuki dayanağı bulunmayan çekilme kararı nedeniyle kadınlar bir kez daha haklarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya bırakılmışlardır.
2021 yılında gündeme düşen haberlere baktığımızda; çocukların yaşam hakkının, donanımlı eğitim hakkının, her türlü istismar ve kötü muameleden korunma hakkının, çevre hakkının ve çocukların üstün yararının ihlal edildiğini görmekteyiz.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin tespitlerine göre 1 Ocak 2021 ile 20 Kasım 2021 tarihleri arasında en az 57 çocuk çalışırken yaşamını yitirdi. TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin verilerine göre 2021 yılının ilk 11 ayında; mayın ve sahipsiz bomba vb. maddelerin patlaması sonucu en az 2 çocuğun yaşamını yitirdiği, güvenlik güçlerine ve veya resmi kurumlara ait araçların çarpması sonucu en az 4 çocuğun yaşamını yitirdi, 6 çocuğun ise yaralandığı, çeşitli gerekçelerle yapılan barışçıl toplantı ve gösterilere kolluk güçleri tarafından yapılan müdahaleler sonucunda en az 28 çocuğun işkence ve kötü muamele niteliğindeki uygulamalar ile gözaltına alındığı tespit edilmiştir.
Çocukların güvenlik birimlerine intikalinin bu kadar fazla olması nedenlerinin araştırılması ve çocukların suça yönelmesini önleyecek çözümlerin üretilmesi devletin ve toplumun önemli görevidir. Devlet ve ilgili kurumlar; çocuğun sosyal ve ekonomik hayata geçişini destekleyecek, sosyal haklarının farkına varma ve kullanma konularında danışmanlık verecek, sosyal, sportif ve kültürel etkinliklerden yararlanmasına yardımcı olacak bir sistem geliştirmeli ve uygulanmalıdır.
Türkiye toplumunun bir parçası ve hayatımızın asli bir unsuru haline gelen sığınmacı/mülteci/göçmenler; hala her türlü ayrımcılığa, istismara, nefret söylemine ve ekonomik sömürüye yoğun bir şekilde maruz kalmaktadırlar. 2021 yılında; kolluk güçlerinin, sivil kişilerin ırkçı ve nefret içerikli şiddetine maruz kalan sığınmacı ve mülteciler aynı zamanda insan kaçakçıları tarafından ölüme sürüklenmeye devam etmektedirler.
Siyasal iktidarın düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamaları, özellikle de basın üzerindeki kaygı verici boyutta artan baskı ve kontrolü 2021 yılında da sürmüştür. Türkiye ’de ifade özgürlüğünün kullanımı; siyasi, sanatsal, akademik, dini ve ahlaki hemen her ifade biçimi bakımından sorunlu olmakla birlikte kısıtlama ve ihlaller asli olarak siyasal nitelikli eleştirilere yöneliktir. Siyasal iktidarın icraatlarına yönelik her türlü eleştiri ya da denetleme talebi bastırılmaya çalışılmakta, soruşturma ve dava konusu olmaktadır.
2021 yılı, bir önceki yıl gibi toplantı ve gösteri yapma özgürlüğü açısından kısıtlama ve ihlallerin kural, özgürlüklerin kullanımının ise istisna olduğu bir yıl olmuştur. Yıl içinde siyasi parti üyeleri, işçiler, köylüler, öğrenciler, avukatlar, kadınlar, LGBTİQ+ bireyler ve hak savunucuları başta olmak üzere hemen her toplumsal kesimden kişi ve gruplar, toplanma ve gösteri yapma özgürlüklerini mülki amirlerin ardışık yasakları ve/veya kolluk güçlerinin fiili müdahaleleri sonucunda kullanamamışlardır. Türkiye’de yurttaşlar, toplu olarak bir araya gelip düşüncelerini açıklayamadıkları için örgütlenme özgürlüklerini kullanamamakta, müşterek geleceklerini şekillendirmek üzere sivil ve kamusal alana örgütlü olarak katılamamaktadırlar. 2021 yılında insan hakları örgütlerinin, dernek, vakıf, emek ve meslek örgütleri ile siyasi partilerin çok sayıda üye ve yöneticisi gözaltına alınmış, tutuklanmış, haklarında açılan davalar ile üzerlerinde baskı oluşturulmaya çalışılmıştır.
Son söz yerine; Barışçıl, demokratik, insan haklarına dayalı bir ortak yaşam fikriyatını geliştirmek için çok daha fazla çaba göstereceğimiz kaçınılmazdır. Zorluklara karşın insan hakları ihlalleriyle mücadele etmeye ve insan haklarına saygıyı yükseltmeye devam edeceğiz.
Görüyoruz, susmuyoruz, mücadele ediyoruz…
İnsan Haklarıyla İnsandır!
Muş Tabip Odası Muş Barosu